Sosyal Medya

Makale

‘Yeni Türkiye’nin alternatifi ‘Eski Türkiye’ mi?

Geçen hafta 29 Ekim kutlamaları vesilesiyle ilginç bir tartışma başladı, muhtemelen 10 Kasım vesilesiyle bir kere daha canlanacak.

Gecikmeli Atatürkçülüğünü ilan edenler, yeni baÅŸlayanlar için Atatürkçülüğe giriÅŸ dersleri verenler, “bırakın artık Atatürk’le uÄŸraÅŸmayı”, “Kemalist vesayet zaten bir NATO-FETÖ oyunuydu” diye tarihi yeniden yazmaya çalışanlar oldu.

Bu duygusal atmosferde, Latife Hanım’ın 21 Åžubat 1926 tarihli Boston Sunday Advertiser gazetesinde çıkan mektubunun çevirisini Derin Tarih dergisinde yayınlayan tarihçi Mustafa ArmaÄŸan’a ve yazar Süleyman YeÅŸilyurt’a 5816 sayılı Atatürk’ün hatırasını koruma kanunundan açılan davalarda hapis cezaları verilmesi karambole gitti.

Yeni kurulan ittifaklar sarsılmasın diye sesini çıkarmayanlar da oldu, yargının bir sağdan bir soldan kararlarında adalet bulup, mutlu olanlar da.

Bu kararla artık Atatürk’le ilgili Selanik’te doÄŸdu, Dolmabahçe’de hayatını kaybetti sınırları dışında gerçek bir biyografi yazmak da uzun bir süre daha mümkün olmayacak.

İçinde Atatürk’ün özel hayatıyla ilgili de bolca anektodlar olan Andrew Mango’nun biyografisi ya da Cemal Granda’nın anıları hakkında bir aklı evvel savcı isterse toplatma kararı çıkartabilir.

Ama bu karara verilen tepkiler en az haberin kendisi kadar üzerine konuşulmayı hak ediyor.

Aslında birbirine zıt görünse de birbirinin tıpatıp aynısı iki tepki çıktı karşımıza.

Dört çalışanı, yaptıkları haberler, yazdıkları yazılar, attıkları tweetlerden oluÅŸan iddianamelerle aylardır haksız bir ÅŸekilde tutuklu yargılanan Cumhuriyet Gazetesi, Mustafa ArmaÄŸan’a yayınladığı bir tarihi mektup yüzünden hapis cezası verilmesini

“Atatürk düşmanı Mustafa ArmaÄŸan’a hapis cezası... Ceza ertelenmedi” baÅŸlığıyla sevinçle okurlarına duyurmakta bir çeliÅŸki görmedi örneÄŸin.  

Yine haberler, manÅŸetler ve tweetler nedeniyle hakkında dava açılan, açılan bu dava yüzünden sahibinin yurtdışından dönemediÄŸi, bir muhabirinin tutuklu, diÄŸer çalışanlarının da ağır cezalarla yargılandığı Sözcü Gazetesi de bir yazara fikirleri ve dergisindeki bir yayını nedeniyle hapis cezası verilmesi karşısında sevincini gizleyeme gereÄŸi duymadı: “Atatürk düşmanı sözde tarihçi Mustafa ArmaÄŸana'a verilen cezanın ardından bir Atatürk düşmanı daha hapis cezası aldı. “

Hükümete yakın gazetelerde ise tam tersi yaşandı.

Mustafa ArmaÄŸan’a 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu nedeniyle hapis cezası verilmesini haklı olarak eleÅŸtiren yazılarda tabulaÅŸtırmalardan ÅŸikayet edildi, düşünce özgürlüğünün önemi hatırlatıldı. Yazılardan biri şöyle bitiyordu örneÄŸin:  

“Ülkede düşünce özgürlüğü isteyenler düşüncenin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan bu yasaya “Hayır!” demeyecek mi?”

Halbuki bu gazeteler bir kaç gün öncesine kadar Osman Kavala’nın, Büyükada’daki sivil toplumcuların fikirleri, siyasi duruÅŸları nedeniyle tutuklanmasından sevinçle bahseden haberlerle doluydu. CumhurbaÅŸkanı’na ve devlet büyüklerine hakaretten açılan davalar, verilen tutuklama kararlarından ise hiç bahis yoktu.

Adalet Bakanlığı’nın 2016 yılı Adli Sicil istatistiklerine göre

Sadece 2016 yılında 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Kanunu kapsamında 927 adli iÅŸlem yapıldı. Yine aynı Adalet Bakanlığı resmi verilerine göre 2016 yılında Türk Ceza Kanunu'nun 299-301. maddelerinde düzenlenen "devletin egemenliÄŸine ve organların saygınlığına karşı iÅŸlenen suçlar kapsamında yapılan iÅŸlem sayısı ise 46 bin 193. Bu iÅŸlemlerden TCK 299  "CumhurbaÅŸkanına hakaret suçu kapsamına giren dosya sayısı 2 bin 776.

2017 yılında bu sayıların artacağına kuşku yok.

Bu iki durum karşısında tutarlı insanların önünde aslında iki yol var; Ya hem 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu hem de TCK’daki 299-301 kapsamına giren suçlarda hapis cezaları verilmesine karşı çıkılacak ya da her ikisinde de tutuklamalarla saÄŸlanan eÅŸitlikle mutlu olunacak.

Ama galiba tutarlılık endiÅŸesini iÅŸin içinden çıkarınca geriye cevap olarak üçüncü seçenek kalıyor; HoÅŸumuza giden tutuklamalara oley çekip, hoÅŸumuza gitmeyen de “Nerede düşünce özgürlüğü” diye bağıracağız.

Ve bu çeliÅŸkili de olmayacak. Çünkü sadece kendi mahallerimize konuÅŸuyoruz ve sadece ‘bizimkilere’ karşı ahlaken sorumluyuz.

Ötekiler, bizden olmayanlar, mahalle, cemaat sınırları dışındakiler, hasımlar neredeyse insan öncesi neandertal yaratıklar hükmünde. Onların başlarına gelecek felaketler ancak bizim hanelerimize gol olarak yazılabilir.

Türkiye’de bütün kesimler kendilerini ülkenin gerçek sahipleri, millet-i hakime olarak görüyor. Gerisini ise meÅŸrebine göre “bozulmuÅŸ”, “buraya ait olmayan”, “dejenere olmuÅŸ”, “cahil kalmış”, “soysuz”, “köksüz”, “yabancı” ya da “eÄŸitimsiz çomar”.

Bu yüzden onlarla empati kurmak, onlar için de adaleti ve temel ilkeleri savunmak zorunda değiliz. Ortak bir gelecek tahayyülü de kurulamayacağı için herhangi bir konuda geçmişten ders çıkarmak, özeleştiri yapmak, değişmek, eski gömleğini çıkartmak, uzlaşma yolları aramak itibarlı işler değil.

Halbuki tarihin bu aşamasında birbirimize karşı bu kadar hoyratça davranma lüksümüz ve yüzümüz kalmamış olması gerekirdi.

Belki FETÖ ve darbe her kesim için oturup özeleÅŸtiri yapmak için bir fırsat olabilirdi ama 1.5 yıl sonra geride “biz haklı çıktıktan” baÅŸka bir ses duyulmuyor yine.

Halbuki kimse haklı çıkmadı.

Evet darbeyle, devlet işlerinde laikliğin kıymeti anlaşıldı ama FETÖ laiklikten taviz verildiği için değil katı laiklik uygulamalarına tepki olarak ortaya çıktı, taraftar topladı ve devlette örgütlendi.

Evet, 2010 referandumunun ardından sonra HSYK’da FETÖ çoÄŸunluÄŸu ele geçirdi doÄŸru, bu dönemin iktidarının suçu. Ama 2010 referandumuna Türkiye, 2007’de CumhurbaÅŸkanı adayının eÅŸi başörtülü diye meydanlara dökülen milyonlarla, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararıyla, e-muhtırayla, başörtüsü yasağını kaldırmak istedi diye iktidardaki AK Parti’ye kapatma davasıyla geldi. Referandumda evet veya yetmez ama evet diyenler, başörtülü kızların üniversiteye dahi girememesini saÄŸlayan yargı, üniversite, ordu denklemini kırmak için yaptılar bunu. EÄŸer, bütün yargıyı kontrol etmeye devam etmek motivasyonuyla YARSAV’ın itirazını CHP Anayasa Mahkemesi’ne taşımasa ve HSYK seçimlerinde blok oyu imkansız hale getiren madde düşmeseydi belki referandumdan sonraki seçimleri de FETÖ kazanamayacaktı.

Bu tarihsel ve siyasal öfkeyle açılan davalarda, darbecilerle ve derin devletle hesaplaÅŸma motivasyonu, FETÖ’nün kendi planını uyguladığının, yapılan zulümlerin, adaletsizliklerin de üzerini örttü.

Bugün de başka motivasyonlar başka adaletsizliklerin üzerini örtüyor. Hatalar tekrarlanıyor. Çünkü kimse

kendi hatasıyla yüzleşmeye cesaret edemiyor.

Kimse karşısındakinin ahlakına da güvenemeyince, herkes kendini en güvende hissettiği cemaatine çekiliyor, sınıfsal hınçlar siyasete, davaya dönüşüyor, rövanş kaygıları kendi cephesindeki açık hataların üzerini örtüyor.

Böylece bütün pozisyonlar sabitleşiyor, fikirler katılaşıyor. Herkes kendi asli evine, baba ocağına dönüyor.

O yüzden yeniliÄŸinden geriye pek az ÅŸey kalan ‘Yeni Türkiye’nin karşısına çıkan tek alternatif, nostaljik bir tarih okumasıyla bütün günahlarından arındırılmış ‘Eski Türkiye’ oluyor.

Bu muğlaklıkta kendisine tutunacak bir dal arayanlar geçmişin dezenfekte edilmiş hatıralarına sığınıyor.

Halbuki bütün yaÅŸadıklarımızdan sonra çok açık ki Türkiye’de günün sonunda herkes yüzde 50 haklı, yüzde 50 de haksız çıktı. Ama her kesim yüzde 100 haklı olduÄŸu ve haklı çıktığı konusunda ısrarlı.

Her kesim maÄŸdur da oldu zalim de. EÅŸitlendik. Bu dipte eÅŸitlenme yeni bir baÅŸlangıç yapmak için büyük bir fırsat. Tabii kibirden, sınıfsal hınçtan, geçmiÅŸin kötü hatıralarından başımızı kaldırıp görebilirsek. 

Önümüzde fazla seçenek de yok; eski hal muhal, yeni hal de muhal. Ya yepyeni hal ya da izmihlal.

kaynak: Karar

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.